Aziz DAĞTEKİN Yazdı
İran-İsrail arasında yükselen savaş atmosferi yedinci gününe girerken, tozlu raflardan çıkarılan eski bir isim yeniden sahneye sürüldü: 1979 devrimiyle ülkesinden sürülen son Şah Muhammed Rıza Pehlevi’nin oğlu Rıza Pehlevi. X üzerinden yayınladığı video mesajıyla halkı rejime karşı ayaklandırmaya çağıran bu sözde “şahzade”, İran’ın çöküşte olduğunu ve kurtuluşun yeni bir rejimle mümkün olduğunu öne sürdü. Ancak bu açıklamanın ardında ne samimi bir özgürlük çağrısı ne de halktan yükselen bir isyan var. Bu, tamamen dışarıdan kurgulanmış, içeriden çökertmeye ayarlı bir Batı senaryosunun vitrinidir. Bu sahne yeni değil. Aktörler tanıdık, replikler tanıdık, perde arkası daha da tanıdık.
Pehlevi ailesi, İran tarihinin kara sayfalarına kazınmış bir hanedandır. İngiltere’nin, ABD’nin çıkarları için ülkesini pazarlayan, halkını baskıyla yöneten, ülkenin doğal kaynaklarını Batı’nın emrine sunan bir hanedan. Bugün ise aynı zihniyet, daha modern, daha medyatik bir paketle, halkın karşısına tekrar çıkartılıyor. Rıza Pehlevi’nin konuşması sadece sokağı değil; orduyu, polisi, devlet içindeki tüm damarları hedef alıyor. Yöntem neti İçeriden çökert, halkı böl, sistemi sabote et ve sonra “kurtarıcı”yı devreye sok. Bu, klasik bir CIA taktiğidir. Önce medyayı kullan, sonra muhalefeti körükle, ardından devleti içeriden zayıflat, en sonda da hazır bekleyen kuklayı başa getir.
Rıza Pehlevi’nin bu süreçteki rolü sadece politik değil, ideolojik bir bağ üzerinden de besleniyor. Geçtiğimiz yıl İsrail’e yaptığı ziyarette, kipa takarak Ağlama Duvarı’nda dua etti, hahamlarla poz verdi. Kızı İman Pehlevi, Yahudi kökenli bir Amerikalı olan Bradley Sherman ile evlendi. Düğün Paris’te yapıldı, gelenekler Yahudi, misyon gayet netti. Bu sadece bir evlilik değil, bir bağlılık gösterisiydi. Yani mesele artık sadece politika değil, artık mesele bir bütün olarak Batı yanlısı ideolojik bir evrime zorlanan hanedanın yeniden sahaya sürülmesi.
Bu tabloya bakınca, İran’a yönelik bir rejim mühendisliği projesinin adım adım ilerlediği açıkça görülüyor. Bu bir savaş değil sadece; bir medya bombardımanı, bir psikolojik savaş, bir toplumsal mühendislik denemesidir. İçeriden yerleştirilen ajanlar, finanse edilen muhalif gruplar, uluslararası medya yoluyla oluşturulan algı operasyonları ve şimdi de yıllar önce halkın devirdiği hanedanın yeniden “kurtarıcı” olarak sunulması. Kendi halkına tank süren, CIA’nın emirleriyle ülkesini yöneten bir hanedan, şimdi yeniden sahneye çıkartılıyor. Ve utanmadan “özgürlük” diyorlar. Bu bir özgürlük çağrısı değil, bu zincirlerin altın kaplamayla yeniden boyna geçirilme denemesidir.
Rıza Pehlevi’nin sözde halk çağrısı, gerçekte Batı merkezli bir kukla düzenin ayak sesidir. İran halkı bu filmi gördü, yaşadı, direndi. 1979’da bu hanedanın saltanatını kanla ve bedelle sonlandırdı. Bugün ise aynı senaryo daha sofistike bir şekilde servis ediliyor. Ama halk aptal değil. Artık daha bilinçli, daha örgütlü ve en önemlisi artık maskelerin arkasını çok daha net görüyor. Sahneye sürülen her aktörü, perde arkasındaki efendileriyle birlikte tanıyor.
Ey Rıza Pehlevi! Sen kimin adına konuşuyorsun? Kimin uşağısın? Kimin planlarının vitrinisiniz? 1979’da yerle bir edilen düzeni hangi yüzle yeniden halka dayatıyorsun? O zincirler bir kez kırıldı. Bu halk, o esareti bir kez daha boynuna dolamaz. Çünkü artık sizi de, efendilerinizi de çok iyi tanıyor. Bu halk size bir daha o kapıyı açmaz. İran halkı kendi özgürlüğünü kendi evlatlarıyla kuracak. Dışarıdan gelen hiçbir “prens”, halkın iradesinin yerini alamaz. Siz saray hayalleri kurarken, bu halk kendi geleceğini yazıyor. Ve o gelecekte size yer yok.
Halk bir kez uyandı. Bir kez zincirlerini kırdı. Artık ne aldatıcı sözlere kanar, ne de köleliği “özgürlük” diye yutturmaya çalışanların oyununa gelir. Bugün oyun daha ince, daha sofistike olabilir ama halkın feraseti artık buna karşılık verecek kadar derin ve uyanıktır.
Unutulmasın: Halkına bir kez ihanet eden, her zaman ihanet eder. Uşaklık bir meslek değil, bir karakter bozukluğudur. Satılmışlık ise geçici değil, damarlarda dolaşan bir zehirdir. Ve bu zehri içenler, artık ne saygı görür ne sözleri dinlenir. Onların yazdığı her mektup ihanettir; o yüzden okunmaz. O yüzden ciddiye alınmaz. Çünkü sakadatta ne besin vardır, ne değer.
Asalet kanla gelir, genle taşınır. Uşaklık da öyle.
Bu halk, bir daha kimseye boyun eğmeyecek. Ve tekrar zincir vurmaya kalkan her el, bu kez bilekten kırılacak. Bu bir uyanış değil, bu bir öze dönüştür. Artık ne satılmışlara yer var, ne de onların efendilerine. O defter kapandı. Bu kez gerçekten halk yazacak tarihi. Ve bu kez kalem değil, irade tutacak onu.