Aziz DAĞTEKİN Yazdı
Küresel düzenin temelinden sarsıldığı bir çağda yaşıyoruz. Yalnızca sınırlar değil, ilkeler, ittifaklar ve insani değerler de yeniden şekilleniyor. İşte bu yeniden şekilleniş sürecinde, Ortadoğu’nun tam kalbinde bir ur gibi büyüyen, hukuksuzlukta sınır tanımayan bir devletin; ABD’nin şımarık çocuğu İsrail’in, bölge halklarına yaşattığı zulüm artık tahammül sınırlarını aşmıştır. İsrail, yalnızca Gazze’de değil, Lübnan’da, Suriye’de, İran’da, Yemen’de, kısacası bölgenin dört bir yanında yayılmacı, provokatif ve işgalci bir siyaset izleyerek Ortadoğu’yu kan gölüne çevirmiştir. Bu terör ve tahribat siyaseti, sadece Filistin halkını değil; tüm insanlık vicdanını hedef almakta, dünya barışını topyekûn tehdit etmektedir.
Ancak en acı olan, bu terörün arkasındaki sistematik destek ve pervasız iş birliğidir. İsrail, Amerika Birleşik Devletleri’nin stratejik uşağı olarak değil, aynı zamanda onun bölgesel tetikçisi olarak hareket etmektedir. ABD’nin İsrail’e sağladığı sınırsız siyasi, ekonomik ve askeri destek, bu pervasızlığın temel kaynağıdır. Bugün Gazze’de bir çocuk ağlıyorsa, bu gözyaşının mürekkebi Washington’da damlatılmıştır. Bugün Kudüs’te ezanlar kısıtlanıyorsa, bu sessizliğin senaryosu Pentagon’da yazılmıştır. Ve bugün masumlar yurdundan sürülüyorsa, bu soykırımın haritası Tel Aviv ile birlikte Brüksel’in koridorlarında çizilmiştir.
Türkiye, bu denklemde uzun yıllardır Batı tarafından sistematik olarak dışlanmakta, baskılanmakta ve köşeye sıkıştırılmaktadır. Türkiye’nin Avrupa Birliği ile yürüttüğü üyelik süreci, onlarca yıldır tam anlamıyla bir oyalama ve haysiyet erozyonuna dönüşmüştür. Her fırsatta demokrasi, insan hakları ve müttefiklikten dem vuran Batı dünyası, konu Türkiye olunca çifte standartlarıyla ahlaki iflasını gözler önüne sermektedir. Türkiye’nin milli güvenliği, egemenlik hakları ve ekonomik bağımsızlığı için attığı her adım, ya ambargoyla ya da siyasi tehditlerle karşılık bulmuştur. Doğu Akdeniz’de, Ege’de, Karabağ’da, Suriye’de, Libya’da ve şimdi de Filistin meselesinde, Batı dünyası Türkiye’nin karşısındaki cepheyi desteklemekte tereddüt etmemiştir.
Bu tablo karşısında Türk milletinin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin artık açık ve net bir duruş göstermesi elzemdir. Türkiye bir Asya ülkesidir. Kökleri bu toprakların derinliklerindedir. Kadim medeniyetimizin yurdu, Türk-İslam coğrafyasının kalbidir. Dolayısıyla Türkiye’nin yeri ne AB’nin ne de ABD’nin himayesi altındadır. Türkiye artık Batı’ya sırtını dönmeli, yüzünü doğuya çevirmelidir. Bugün Asya, yükselen bir medeniyetin beşiğidir. Çin, Rusya, Hindistan, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ve İslam dünyası, küresel güç dengelerinin yeni merkezi olma yolunda ilerlemektedir. Bu eksen, sömürenin değil; paylaşan, bölmeyenin değil; birleştiren, işgalcinin değil; direnişçinin tarafıdır.
Artık yeni bir dünya kurulmaktadır ve bu dünyada Türkiye ya bağımsız duruşuyla kendi eksenini yaratacak ya da başkalarının güdümünde silik bir figür olarak tarihin dışında kalacaktır. Türkiye’nin tarihsel, kültürel ve jeopolitik sorumluluğu büyüktür. Türk milleti, yalnızca kendi istiklali ve istikbali için değil; aynı zamanda dünya üzerindeki bütün mazlum halklar için bir umut, bir dayanak ve bir öncü olmalıdır. Çünkü Türk milletinin yüzyıllardır taşıdığı adalet mirası, bu çağın çürüyen vicdanına panzehirdir. Bu nedenle Türkiye, ulusal çıkarları doğrultusunda Batı’ya koşulsuz sadakat gösteren politikaları artık terk etmeli; kendi yolunu, kendi eksenini ve kendi müttefiklerini oluşturmalıdır.
Bu noktada, stratejik ve ahlaki bir tercih olarak Türkiye, Rusya ve Çin ile daha derin, çok yönlü ve kalıcı bir ittifak kurmalıdır. Bu üçlü ittifak; yalnızca güvenlik ya da ekonomi temelli bir blok değil, aynı zamanda yeni yüzyılın adalet eksenli medeniyet hamlesinin taşıyıcısı olabilir. Türkiye, bu ittifakta hem Avrasya’nın kilidi hem de İslam dünyasının lideri olarak yer alabilir. TRÇ ittifakı; emperyalizme, tek kutuplu dünya düzenine ve siyonist yayılmacılığa karşı güçlü bir direnç hattı oluşturacaktır. Sözde demokrasi ihracatıyla ülkeleri karıştıran, petrol için şehirleri yakan, terör örgütlerini müttefik yapan kirli Batı düzenine karşı Türk aklı, Rus stratejisi ve Çin’in ekonomik gücüyle şekillenecek yeni bir denge mümkündür ve bu denge artık zaruri hale gelmiştir.
Artık ezberler bozulmalı, statükolar yıkılmalı, Batı’nın ahlaksız tahakkümü reddedilmelidir. Türk milliyetçiliği yalnızca bir kimlik değil, aynı zamanda bir duruş, bir irade ve bir vicdan hareketidir. Türk milliyetçileri, bugün sadece kendi milletinin değil; Gazze’deki yetimin, Yemen’deki ananın, Arakan’daki mazlumun da sesi olmak zorundadır. Bugün Türklük, yalnızca bir etnisite değil; bir adalet, direniş ve insanlık manifestosudur.
Kudüs bizimdir demek, sadece bir mülkiyet iddiası değildir. Kudüs, bu milletin ruhudur. Bu ruhu çiğnemek isteyen emperyalistlerin karşısında durmak, milli bir görevdir. Kudüs düşerse, sadece bir şehir değil, bir çağ düşer. Kudüs düşerse, Ankara da düşer, İstanbul da kavrulur. Çünkü bu milletin kalbi oradadır. Kudüs İslam’ın şerefidir, mazlumun umududur, zalimin korkusudur. Ve bugün Kudüs için susmak, teslim olmak demektir. Mazlumun gözyaşına sırtını dönmek, tarihin yüzüne bakamamaktır.
Artık tercihler netleşmiştir! Ya ABD-İsrail ekseninin kuklası olarak kalacağız, ya da kendi irademizle, kendi yolumuzu çizeceğiz. Ya Batı’nın ikiyüzlü vaatlerine bel bağlayacağız, ya da doğunun hakikatiyle kucaklaşacağız. Artık yol ayrımındayız. Türk milleti, yüzyıllar boyunca öncülük ettiği medeniyet yürüyüşünü yeniden başlatmak zorundadır. Dünya mazlumlarının, tarihin yükünü omuzlayan milletimizin adaletli ellerine her zamankinden daha fazla ihtiyacı vardır. Ve bu yükü taşımaya yalnızca Türk milleti muktedirdir.
Sözümüz nettir. ABD ve AB ile kurulan tek taraflı, adaletsiz, samimiyetsiz ilişkiler artık son bulmalıdır. Türkiye kendi çıkarlarını, kendi milletinin menfaatlerini, kendi medeniyet tasavvurunu merkeze alarak yepyeni bir yola çıkmalıdır. Türk milletinin vakti gelmiştir. Bu vakit, hakikatin, direnişin, adaletin ve istiklalin vaktidir. Şimdi yeni bir dünya kurmanın zamanı. Şimdi Türk’ün sancağını yeniden yükseklere taşıma zamanı. Şimdi yeniden üç kıtaya hükmetme zamanı. Şimdi yeniden ya istiklal yada ölüm deme zamanı.