Aziz DAĞTEKİN Yazdı
İsrail basınında Israel Hayom gazetesinde yayımlanan ve KKTC’yi doğrudan hedef alan acil müdahale operasyonu önerisi, yalnızca pervasız bir güvenlik paranoyası değil, Doğu Akdeniz’deki dengeleri kökünden sarsmayı amaçlayan çok katmanlı bir jeopolitik müdahale planının işaret fişeğidir.
Kuzey Kıbrıs, artık İsrail için bir güvenlik sorunudur ifadeleriyle ortaya konan bu yaklaşım, son dönemde Gazze’de sivillere yönelik saldırıları meşrulaştırmaya çalışan bir devletin, aynı güvenlik kılıfı altında bu kez Türk varlığını hedef almasıdır. Bu çıkış, aslında bir tükenişin çırpınışıdır. Siyonist akıl, çatışmayı ve kaosu yöneterek kendisine alan açmaya çalışırken, Türkiye ve KKTC’nin soğukkanlı fakat stratejik refleksleriyle karşı karşıyadır.
Türkiye’nin 1974’te gerçekleştirdiği Barış Harekâtı, yalnızca Türk halkını soykırımdan koruma hamlesi değil; aynı zamanda Doğu Akdeniz’de dengeyi yeniden kuran bir jeopolitik manifestodur. Bu hamlenin ardında, uluslararası garantörlük hakkı, meşru müdafaa ilkesi ve ulusların kendi kaderini tayin hakkı vardır. Türkiye’nin Kıbrıs politikası 51 yıldır değişmemiştir; çünkü tarihsel, hukuki ve stratejik bir sürekliliği temsil etmektedir. Bugün İsrail’in dillendirdiği operasyon tehditleri, bu istikrara yönelmiş bir provokasyondur ve buna verilecek cevap, yalnızca Kıbrıs’la sınırlı değil, bölgesel bir yeniden konumlanmayı beraberinde getirecektir.
İsrail, bölgede uzun yıllardır yürüttüğü sızma stratejisini askeri tehdit düzeyine taşırken, ekonomik ve demografik altyapısını da oluşturmuştur. Güney Kıbrıs Rum Kesimi’yle imzalanan liman anlaşmaları, enerji iş birlikleri ve silahlanma projeleri bu planın parçalarıdır. Kuzey Kıbrıs’ta ise İsrailli şahıslar tarafından sistematik şekilde toprak satın alınması, parayla işgalin modern bir versiyonu olarak sürmektedir. Türkiye ve KKTC bu aşamada gecikmeden yeni bir yasal ve stratejik zemin kurmalıdır: Kıbrıs’ta toprak edinen tüm İsraillilerin taşınmazlarına el konulmalı, bu varlıklar millî güvenlik tehdidi olarak değerlendirilmelidir. Bu yalnızca savunma refleksi değil, aynı zamanda bir egemenlik beyanıdır.
İsrail’in Poseidon’un Gazabı olarak isimlendirdiği operasyon planı, bir mitoloji kılıfıyla örtülmeye çalışılsa da gerçekte NATO, AB ve ABD destekli hibrit bir kuşatma senaryosudur. Bu plan, yalnızca Türk askerî varlığını değil, KKTC’nin siyasi meşruiyetini ve Doğu Akdeniz’deki Türk çıkarlarını hedef almaktadır. Ancak İsrail’in gözden kaçırdığı önemli bir gerçek vardır: Türkiye, bugünün Orta Doğu’sunda Irak, Suriye, Karabağ, Libya ve Doğu Akdeniz’de eş zamanlı müdahale kabiliyetini kanıtlamış, savaş tecrübesiyle yoğrulmuş bölgesel bir güçtür. İsrail’in bölgeye yönelik askeri bir macerası, 24 saat içinde kendi güvenlik doktrinini çökerten bir felakete dönüşebilir.
ABD’nin bu süreçteki pozisyonu ise çok daha sorunludur. Barışı koruma adı altında Güney Kıbrıs’a silah ambargosunu kaldırması, İsrail’le eş güdümlü şekilde KKTC’yi çevreleme politikası, Suriye’nin kuzeyinde PYD/YPG üzerinden Türkiye’nin güney sınırında ikinci bir İsrail kurma çabası, artık açık bir saldırganlığa evrilmiştir. Bugün PKK/PYD yapıları, yalnızca Amerikan taşeronu değil, doğrudan İsrail’in gizli ordusu olarak kullanılmaktadır. İsrail’in istihbarat desteği, askeri eğitim katkısı ve koordinasyon merkezleriyle beslenen bu yapı, ABD eliyle donatılmakta; bu bağlamda YPG, İsrail’in gayrimeşru çocuğu olarak sahada konumlandırılmaktadır.
Suriye’de sahada kullanılan SDG veya Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi gibi yapılar, yalnızca isim değiştirmiş versiyonlardır. Esas hedef; Türkiye’yi güneyden kuşatmak, Irak ve Suriye hattında enerji geçişlerini kontrol etmek ve nihayetinde Akdeniz’e açılacak bir terör koridoru üzerinden İsrail’e deniz bağlantısı sağlamaktır. Bu plan, hem İran’ı dengelemek hem de Türkiye’nin bölgesel liderliğini baskılamak isteyen bir Atlantik projesidir. Ancak Türkiye’nin kararlılığı, bu planı defalarca boşa çıkarmıştır ve bundan sonra da çıkarmaya devam edecektir.
Doğu Akdeniz’de kurulmak istenen bu yeni düzenin temeli, kaostur. İsrail’in güvenlik doktrini, çevresinde sürekli bir tehdit yaratarak, saldırgan pozisyonunu savunmaya dönüştürmek üzerine kuruludur. Gazze’de sivillerin katledilmesi, Batı Şeria’da yerleşimlerin genişletilmesi, Lübnan’da Hizbullah’a dönük saldırılar ve şimdi de Kıbrıs’a yöneltilen müdahale tehdidi; hepsi bu kaos mimarlığının birer parçasıdır. Ancak İsrail şunu bilmelidir: KKTC, yalnız değildir. Türkiye’nin stratejik, askeri ve diplomatik kapasitesi; yalnızca bir savunma şemsiyesi değil, aynı zamanda caydırıcı bir güçtür.
Türkiye, Kıbrıs’ta sadece bir halkın güvenliğini değil, tüm bölgenin jeopolitik dengesini korumaktadır. KKTC, Doğu Akdeniz’in kilit taşı, Türkiye’nin deniz aşırı uzantısıdır. Bu sebeple, her türlü saldırı girişimi, Türkiye’ye yöneltilmiş bir tehdit olarak değerlendirilecektir. İsrail’in ve onu destekleyen güçlerin ateşle oynaması, bölgesel felaketin fitilini ateşlemek anlamına gelir.
Türkiye bu oyunun farkındadır. KKTC halkı bu bilince sahiptir. Ve artık vakit, tüm dünyaya şu gerçeği haykırma vaktidir: Kıbrıs Türk’tür, Türk kalacaktır. Siyonist emeller, Atlantik planlar ve hibrit savaş senaryoları bu gerçeği değiştiremeyecektir. Ateşle oynayan, sonunda kendini yakar. İsrail, artık yangına dönüşen bu oyunun merkezindedir ve bu kez karşısında yalnızca bir halkı değil, tarihin kendisini bulacaktır.