Aziz DAĞTEKİN Yazdı
Kardeşim Nazire,
Yirmi iki gündür bizim için sanki zaman durdu.
Çaresizliğinle hastane odasında, makinelerin ritmik sesleri arasında kendimize bir dünya kurduk.
Sessizlik her yanımızı sardı, ama bu sessizlik sıradan değil…
Bir insanın yokluğuyla dolu, bir kardeşin yüreğinden kopup gelen çığlıklarla sarmalanmış bir sessizlik bu.
Nazire…
Gözleri gibi içi de ışık saçan kız kardeşim…
Şimdi uyuyorsun ama bu uykunun ardında ne var, kimse bilmiyor.
Biz burada nefesimizi tutarken, sen zamansız bir aleme yürüyorsun belki de…
İnsanoğlu gafildir.
Dünya malına, geçici güce, anlık neşelere sıkı sıkıya sarılır.
Hepimiz öyle değil miyiz?
Güçlü görünmeye, mutlu taklidi yapmaya, eksiklerimizi örtmeye çalışıyoruz.
Ama işte bir hastane yatağı…
En pahalı araban, en süslü kıyafetin, dolup taşan cüzdanın…
Hiçbiri o yatağın başında seni hayata döndürmeye yetmiyor.
O zaman anlıyorsun; para değilmiş asıl olan, mal değilmiş.
Övündüğümüz her şey bir anda hükümsüzleşiyormuş.
Kardeşin uyurken gözlerini kapatmaya cesaret edemiyorsun mesela.
Çünkü ya bir daha açılmazsa?
İşte o an, en büyük korkuyla tanışıyorsun.
Nazire, şimdi sadece biz değiliz seni bekleyen.
Odanın dışında dua eden eller,
Uykusuz gözlerle yoğun bakım kapısından içeri bakan gözyaşı yüklü yüzler var.
Herkesin yüreği boğazında.
Bir davet var ama adresi bilinmeyen…
Bir yere çağrılıyorsun belki de;
Ama biz henüz “hoşça kal” diyememişken, seninle vedalaşmaya hazır değilken…
Nasıl dayanılır buna?
Nasıl susulur böyle bir korkunun içinde?
Her güçlü insanın ardında bir kırılma vardır derler.
Bizim kırılmamız sensin, Nazire.
Biz seni hep gülen, neşeyle koşan, herkese yeten halinle tanıdık.
Şimdi ellerin hareketsiz, gözlerin kapalı…
Bir “merhaba”na bile hasret kaldık.
Hayat ne garip, değil mi?
Konuşan diller susar, koşan ayaklar durur, sımsıcak eller buz keser…
Gözlerinin içiyle konuştuğun o hayat, bir anda sessizliğe gömülür.
Vaktiyle bizim evde hayat seninle başlardı,
Gülüşünle aydınlanırdı sabahlarımız,
Bir bakışınla dinerdi kavgalarımız,
Varlığınla huzur bulurdu en yorgun gecelerimiz.
Senin sesinle ısınırdı duvarlar,
Senin yüreğinle çoğalırdı soframızın bereketi.
Ama şimdi?
Ne bir ses var senden, ne de bir nefes…
Gözlerin değil artık, gözyaşlarımız konuşuyor.
Hep derdik ya, “ölüm uzaktır daha”…
Meğer ne kadar da yanı başımızdaymış.
Sahi…
Kim bilir sonunda ne olacak?
Biz mi seni toprağa emanet edeceğiz,
Yoksa sen mi gözlerini aralayıp hepimizi yeniden hayata döndüreceksin?
Kim ağlayacak, kim dayanacak,
Kim susacak, kim içinden haykıracak, bilemiyoruz.
Bildiklerimiz çok az…
Ama bir şey var ki hiç değişmedi:
Sen bizim canımızsın.
Ve canımızı öyle kolay kolay teslim etmeye niyetimiz yok…
Ve eğer bir gün, ardına bile bakmadan gitmeye niyetlenirsen…
Bil ki, ardından gözyaşlarıyla yoğrulmuş bir dua yükselecek göğe.
Ve biz, bir ömür boyu o boşluğu içimizde taşıyacağız.
Ama şimdi değil, Nazire…
Henüz değil.
Lütfen uyan.
Sesimizi duy.
Gözlerini aç.
Hayatına, bize, kendine geri dön…
Çünkü biz seni, sensiz yaşanacak bir hayata hazır değiliz.
Senin varlığınla tamamlanan bir hikayeydik biz.
Şimdi o hikayenin en acıklı yerinde bekliyoruz.
Nefesimizi tutmuş, gözyaşlarımızla yazılmış bir dua gibi…
Sadece bir kelime bekliyoruz senden.
Hayata dair…
Umuda dair…
Sevgiye dair…
Bir tek kelime yeter.
Gerisi gözyaşı zaten…