Aziz DAĞTEKİN Yazdı
2025 yılında hala, bir milletin onurunun birkaç milyar dolara satıldığına tanıklık ediyoruz. Beyaz Saray’dan yapılan açıklamaya göre Suudi Arabistan ile Amerika Birleşik Devletleri arasında, 142 milyar dolar değerinde tarihin en büyük silah anlaşması imzalandı. Evet, yanlış duymadınız. Kudüs’ün gölgesinde, Gazze’nin yıkıntıları arasında, ümmetin kalbinde yankılanan bir ihanetten bahsediyoruz.
Donald Trump, adeta bir “fetih komutanı” gibi 6 F-15 uçağının eskortluğu eşliğinde Suudi Arabistan’a geldi. Onu karşılayan ne sıradan bir heyetti ne de sade bir tören. Veliaht Prens Muhammed bin Selman, kendisini havalimanında bizzat karşıladı, mor halılar serildi, F-15 savaş uçakları eşliğinde Air Force One göklere hükmedercesine Suudi semalarına girdi. Bu gösterişli karşılama, aslında bir teslimiyetin ve zilletin sembolüydü.
Trump’ın bu ziyareti sadece ekonomik bir iş birliği değil, aynı zamanda İslam dünyasına vurulan bir darbenin, onur kırıcı bir anlaşmanın ilanıydı. 142 milyar dolarlık silah anlaşmasıyla Suudi Arabistan, zaten yıkımın eşiğindeki bir coğrafyaya daha fazla silah, daha fazla ölüm ve daha fazla istikrarsızlık taşıyacak. Bize göre bu anlaşma, Gazze’yi bombalayan uçaklara sessiz kalan bir yönetimin, aynı uçakların üreticisine minnet duymasının resmidir.
Suud yönetimi, Trump’a 142 milyar dolarlık “yatırım” adı altında bir ödeme yaptı. Peki bu ödeme gerçekten bir yatırım mıydı? Yoksa ümmetin sırtından alınan haraç mıydı? “Dinsizin hakkından imansız gelir” sözünü doğrulayan bu tablo, Vahhabilik maskesi altında İslam’ı pazarlayan bir hanedanın ABD’ye gösterdiği sadakatin kanıtıdır.
Bu paranın zekâtı bile ümmetin yaralarını sarabilirdi. Gazze’ye bir hastane, Suriye’ye bir okul, Yemen’e bir ekmek olurdu. Ama olmadı. Çünkü Suudi Arabistan’ın önceliği artık İslam dünyasının onuru değil, Batı’nın takdiri, silah tüccarlarının alkışları ve hanedanlıklarının bekasıdır.
Ne yazık ki bu, yalnızca ekonomik bir tercih değil, tarihsel bir sapmanın sonucudur. 142 trilyon dolarlık yatırım vaadiyle Suudi yönetimi, ülkesinin geleceğini Washington’un masa başında hazırladığı senaryolara ipotek ettirdi. Üstelik bu işbirliğinin faturası yalnızca Riyad’daki kraliyet saraylarında kalmayacak; Bağdat’ta, Şam’da, Kudüs’te ve Gazze’de masum canlarla ödenecek.
Bugün Suudi yönetiminin gösterişli protokolleri, İslam coğrafyasının yıkık şehirlerinde yankılanan bombaların gölgesinde soluyor. Mor halılar serildi ama Gazze’de toprağın rengi kan kırmızısı. Saraylarda gülücükler saçıldı ama Suriye’de çocuklar enkaz altında nefessiz kaldı. Ve bu sessizlik, ümmetin boynuna dolanan bir urgan gibi her geçen gün daha da sıkılıyor.
Oysa eğer Suudi Arabistan bu 1 milyar doları Filistin’e, Suriye’ye, Yemen’e, Somali’ye harcasaydı; bugün İslam dünyasının hafızasında bir ihanetten değil, bir dirilişten bahsediyor olurduk.
Ey Suudi yöneticiler!
Hac mevsiminde milyonlarca Müslümandan topladığınız servetle Mekke’yi değil, Washington’u ihya ediyorsunuz. Her yaptığınız anlaşmayla sadece saraylarınızı değil, ümmetin geleceğini de rehin veriyorsunuz.
Ama unutmayın: İhanetin altına atılan her imza, bir gün tarihin kara sayfalarında mahkum edilir. Ve o gün geldiğinde, ümmetin mazlumları sizi değil; sizin sattığınız onurları, yok saydığınız insanları, susturduğunuz çığlıkları hatırlayacak.
O vakte kadar biz, susmayacağız. Yazacağız, haykıracağız. Çünkü ümmetin sesi, hiçbir mor halının altında ezilmez. Bunu bilmenizi isterim.